BİLGİ: Your browser does not accept cookies. To put products into your cart and purchase them you need to enable cookies.
PDFYazdırE-posta
HİKAYELERMEDYA BAHÇESİNDEN - Cilt 1

KEŞKE BU KİTABI YAZMAMIŞ OLSAYDIM!
Resmin tümünü görüntüle


KEŞKE BU KİTABI YAZMAMIŞ OLSAYDIM!

Fiyat: 1.00 €

Ürün hakkında soru sor

Kaybolan Yillarim...

Kitap Adı :
Keske Bu Kitabı Yazmamış Olsaydım !
Cilt :
1
Shf :
131
Konu sayısı :
158

 


İthaf

"Yeşil renkli yıldırımlar (!)" yüzünden benimle birlikte savrulan eşim Nazike DİNDAR
(KAYAOĞULLARI)
, kızım Bedriye DİNDAR (TECİM) ve oğlum Mehmet DİNDAR'a...
***
ÖMRÜMÜZ BOYUNCA...
Susadıkça hep acı içtik, yudum yudum
Acıkınca umut yuttuk, lokma lokma
Sâniyeler yaşadık, her biri bir yıl gibi
Bir ömür tükettik, adımlık mesâfeye...

Koşma kadar enerji harcadık, yürümeye
Konuşma kadar ter döktük, susmaya
Bahçe kadar emek verdik, bir tek güle
Yaşadık koca bir tarih, bir günlük geleceğe...

İçindekiler

- Takdim

- T Ü R K İ Y E

- Önce, kısa hatlarıyla hayatım

- Askerlik

- Yıldız (*)'lı problemim !

- ÖRENCİK KÖYÜ

- Bir İleri, İki Geri !

- Kur'an Kursu

- "Beş lira buldum"!

- ISPARTA İMAM-HATİB LİSESİ

- Siyer Hocamız

- Darwin Nazariyesi

- "Türk İsen…"

- Son Sigaram !

- Güneyyaka Köyü (Bozdoğan/Aydın)

- Bir tuzak : "Aday olabilirlik belgesi"!

- Bedriye'nin dünyaya gelişi :

- ASKERLİK

- Silvan (Diyarbakır)

- Erzurum

- İspir (Erzurum)

- SULTANHİSAR (AYDIN)

- Bir "Haftalık Toplantı" ve sonrası…

- "Bir Daha Böyle Şeyler Duymayacağım!"

- "Dokunmayın mollaya…"

- Müftü ile uğraşmaktan, Alemşumül olamıyorduk!

- Sattırılan gazete ve dergiler!

- MEYAK kesintileri

- "Osmanlı'nın hatası"!

- Bir daha mı, aslâ!

- B E L Ç İ K A

- Brüksel

- H O L L A N D A

- Amsterdam

- A L M A N Y A

- Köln

- Neu Münster

- « Ne yaptığımızı bilmiyoruz ! »

- İlk izin…

- Bremerhaven

- Karın altında, (...) geceleten hoca bozuntusu !

- Öyle bir soru ki…

- Solculara ziyaret…

- Pazar proğramları

- Yollar, yine yollar… Bitiş noktasını göremediğim yollar!..

- A V U S T U R Y A

- Linz

- Çok çetin bir imtihan ve sonrası !

- "Ben seferiyim !"

- "Elin cebine inmiyor"(!)

- "Siz, İslâm militanı mısınız?"

- "Yirmi seneden beri bir defa olsun kapının açıldığını göremedim!"

- Avrupa'daki neslimiz

- « Bayram, oruç tutanların hakkı ! »

- İş kazasına sevinen işçi !

- Gümüşhane-Bayburt çekişmesi…

- İnanılır gibi değil…

- Doktor adayları « Demir-Çelik Fabrikası »nda…

- Meçhul bir genç…

- « İzmir'li Hüseyin »

- Türk doktorlar

- F R A N S A

- Colmar

- Strasbourg Konsolosluğundayım…

- Medyanın gücü

- Fransız Polis, Kur'an'ı uzatarak "Oku" dedi

- "O da aynı şeyi istiyor !"

- Ehliyetlendim !

- Camideki çalışmalarım…

- Marketin hâli…

- Pullar…

- Çizmedeki yerim tekrar hatırlatıldı !

- Baba-oğul…

- "Bir gün gelecek, işçiler robotları parçalayacaklar…"

- Biz, Ye'cüc Me'cüc kavmi miyiz yâhû!

- Colmar'da bir Fransız öğretmen…

- "Bizi on bin metreden atmışlardı!"

- Geceleri de Çalışırsınız!

- İzin ve sonrası…

- Grenoble

- Kaza geçirdim…

- Lyon

- Acı, ama gerçek...

- Babamın vefâtı

- GENEL

- "Makbuz kalsın"

- "Nerde boynu bükük bir garip görsen"…

- Paranız ve tecrübeniz yoksa…

- « Da'va adamlığı »nı kuşanabilmek…

- İki haftalık gecikme için…

- Bu da bizim ticârî ahlâkımız!..

- Aşağıdaki olaya lütfen dikkat!

- "Aytaç Almanya"nın bana yaptıkları…

- İşyerinde disiplin çok mu zor!

- "Sizden bu parayı alamam"

- Sigortası ödenmemiş ve…

- Türk patronlar da Türk işçilerle…

- Hassasiyetin böylesi

- Özür+Hediye !

- İtildim, bir adım öteye…

- Acıkınca gülse, sevinince/rahatlayınca ağlasaydı !..

- Gel de, saygı ile eğilme!

- Bizdeki en büyük eksiklik...

- "İqra' emrine itâatin sonucu: ...

- Okumamaya bu kadar âşık (!) olunur mu ?

- « Usta! Bana iki ekmek ver »

- Sıraya saygı

- "Herkesin işi var!.."

- Kulak için buton

- Bizde otobüsler bile "kamusal"laşmışken!..

- Güvenlik kaygısı

- Bu dünya sadece bizim için dönmüyor...

- Evren'den bir fetvâ (!) daha ricâ etsek !

- Mevzu

- Bu gayret nereden kaynaklanıyor dersiniz?

- "Sen dedesin"

- Kurban Bayramı Namazı...

- Hâlime şükrettim

- Özel yapım kafa!

- İyi ki, "Teheccüde kalk" demedi!

- Randevu

- Ondan erken gelemedik!

- Gecikebilirim

- Kaldırımda yolculuk...

- "Klimasız araba bize gelmez"!

- Buna mutlaka çözüm bulunmalı...

- "Arapça üstte, Türkçe altta! Neden?"

- Erkek ve kız çocuk

- İçimdeki ejderha !..

- Yolun Ortasında...

- Ne olacak bizim halimiz?

- "Bekleme çizgisi"ne riâyet

- Her zaman aynı manzara...

- Fransa'da en meşhur "sigorta markası": Tesbih!

- İşyerinden kartonlarla şeker hırsızlığı

- Sigorta soygunu

- TRAFİK

- Almanya

- Fransa

- Türkiye

- 'Bir daha asla Türkiye'ye gitmeyeceğim'

- SAĞLIK HİZMETLERİ

- Attığı dikişi söken doktor !

- "Başörtünüz kirlenmesin"

- SSK'lı değil

- Bazılarının çarkının dönmesi için…

- İZİN NOTLARI (2006)

- Lyon-İzmir

- İzmir-Aydın

- Aydın-İzmir

- İstanbul

- Ve, dönüş yolculuğu

- "Ana gibi yâr…"

- İZİN NOTLARI (2010)

- İpsala'dan giriş

- Bizim "cennet" böyle kokar!

- Pazarcının sözü beni güldürdü!

- "İnsan olduk, amma…"

- Derlediğim bazı sözler

- Geçmişlerimizi, "yeni adresleri"nde ziyaret ettik…

- Dinlenme tesisleri

- K A Y B O L A N Y I L L A R I M !

- "Neden böyle boş işlerle uğraşıyor?"

- Merhabâ cehennemî hayat!..

- « Rahatınız için buradayız"

- Gözaltında bir gece…

- Bu davanın tek hammalı ben miyim ?!

- Kavga hep aynı : Adâlet bizi mi tâkib edecek, yoksa biz adâleti mi !

- Bir karikatür

- Kalp krizi

- "Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankayız"

- "Hem aynamız kırık, hem de gözümüz kör!"

- « Esir düşmemek için… »

- AVRUPA

- Durumumuz

- SON SÖZ

- Nereden - Neden Kaçıyoruz?.. Ve, Neden Hep Aynı Yere ?..

Takdim

Önemine binaen bir konuyu en başa almak istedim :

Aşağıya, bizzat yaşadığım veya duyduğum bazı olaylara yer verdim. Bunların çoğu ne yazık
ki inancımıza, tarihimize, örfümüze uymayan olaylar. Bu tür olayları, insanımıza hakâret
niyetiyle buraya almış değilim. Bu, bir « durum tesbiti »dir.
Bu, « Neden böyleyiz, neden ecdâdımıza, tarihimize, inancımıza lâyık olamıyoruz,
halbuki bunun reçetesi elimizin altında, bu da sadece bizde bulunuyor… »un bize
verdiği ızdırabın dışa yansımasından başka bir şey değildir.
Hâlâ göklerde uçtuğumuzu zannedersek, kaybederiz.
O zaman, birilerinin çıkıp yerimizin/seviyemizin neresi olduğunu göstermesi
gerekir.
Ki, torunlarımız, geriye doğru baktıklarında çürük, hattâ, Allah korusun kopuk bir
halka görmesinler…
Tek derdimiz bu.
Şunu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız :
Her birimiz birer ferdiz. Fakat biz sadece bu değiliz, olamayız da !
İnanan insanları kastederek söylüyorum : Biz, « Kelime-i Tevhid »i söylediğimiz
zaman Allâh(cc)'a inancımızı ilân etmiş oluyoruz. Allâh (cc) ise, Alemlerin
Rabbi'dir. « İnandım Yâ Rab » der demez, aynı zamanda şunu da söylemiş
oluyoruz :
« Ben şu anda « Alemşumûl düşüncenin kapısından içeriye adım atarak sadece
« BEN » olmayı da bırakmış bulunuyorum.
Bundan böyle ;
İnancımın, tarihimin, tüm insanlığın ve de tüm varlıkların haklarını koruma
konusunda kendi başıma bir temsilciyim. Hayatımın tamamında bu « Temsilcilik »
görevimi en iyi şekilde yerine getirmek zorunda olduğumun da farkındayım. »

Böyle bir temsilcinin yaptığı iyi ve kötü işler nerelere kadar uzanıyormuş ve nelere
mâloluyormuş görebiliyor muyuz !
***

« Keşke Bu Kitabı Yazmamış Olsaydım ! »

Neden ?
Kim ne derse desin, bu bizim hayatımız…
Fakat, her ne kadar aile olarak bizim hayatımız olosa da, biz içinde yaşadığımız toplumun bir
parçasıyız.
Keşke, kitabıma böyle bir isim koymasaydım, koymayabilseydim…
Ama olmadı. Bu yaşantıya, başka bir isim bulamadım.
Bazen, bir köşe yazısına başlamadan, önce başlığı koyarsınız ve yazı başlığa göre şekillenir.
Bazen de, önce yazıyı yazarsınız, sonra da başlığı koyarsınız.
Önce başlığı koyup ona göre yaşama imkanım olabilseydi, hiç böyle bir başlık seçer miydim ?
Geçen elli altı yıllık ömrüm için ancak böyle bir başlığı uygun gördüm.
« Keşke Bu Kitabı Yazmamış Olsaydım » derken, keşke böyle olumsuzlukları yaşamamış
olsaydım da, bu başlıkta bir kitap yazmaya mecbur olmasaydım, demek istedim…
Elbette herkes gibi benim de bir çok hatalarım oldu.
Kimbilir, keşke değerlendirmeler konusunda daha dikkatli davranabilseydim, demek de
mümkün…
***
Hiç bir kimseye veya kuruma küskün değilim. Çünkü, başlangıçta kararlarımı kendim verdim.
Hâliyle sonuçlarına katlanmalıydım. Öyle de yapmaya çalıştım.
« Katlanma » konusunda başarılı olup-olamadığım tartışılabilir… Hatta, imtihanımın bu
kısmında pek de başarılı olamadığımı söyleyebilirim… Çünkü, bu iskelet bu yükü taşıma
konusunda epey zorlandı…
Hâlâ da zorlanmaya devam ediyor…
Çok tökezledim…
« Tökezledim » ne kelime, düştüm ; hâlâ da kalkabilmiş değilim…
Ayakta iken etrafımda olanların bir çoğu, düştükten sonra kayboldular. Birkaç kişi dışında
selam verebildiğim kimse kalmadı…
Şu an ipekböceği misali kendi dünyamda hapis hayatı yaşıyorum artık…
Buradaki neslimiz için geliştirdiğim projelerim sayesinde ayakta kalmaya çalışıyorum.
Daha doğrusu, varlığım hayallerimin üstünde asılı duruyor…
Ha düştü, ha düşecek !

« Belki bir gün, ayağa kalkarım da, düşündüğüm projeleri hayata geçiririm » diye
direniyorum…
Yoksa, benim için, yaşamamın bir mânâsı kalmadı...
Senelerce, âdetâ damla damla biriktirdiğim itibarımı kaybettim.
Damla damla biriktirerek, benim için okyanus olan itibarımdan eser kalmadı…
Okyanusum kuruyarak kumsala döndü…
Şimdi, o kumsalda, tek direkli ve etrafı açık şemsiyenin altına sığındık, yaşamaya
çalışıyoruz !

***

Tek tek tuğlalarla ördüğüm bütün duvarlarım yıkıldı…
Hem de üstüme…

Bunun boşluğunu, dünyada hiç bir değer dolduramıyor…
İtibar boşluğunu nelerle doldurmaya kalkışırsanız kalkışın, en değerli şey bile orada
değersizleşiyor…
Yok oluyor…
Tıpkı, uzaydaki kara delikler gibi, itibar boşluğu ne izah edilebiliyor, ne satılabiliyor, ne
devredilebiliyor ne de içine başka bir şey konulabiliyor…
İtibar, öyle bir şey ki, yeri ancak kendisiyle doldurulabiliyor…
***
Aşağıda, « Yeşil renkli yıldırımlar »dan bahsettiğimi göreceksiniz. Kim ne düşünürse
düşünsün, artık umurumda değil.
Hepsi boş lakırtı…

Boş lakırtılara karnım tok !
İtibarımın sıfırlanmasına sebep olanlara bu isim az bile !
Onlar için her gün, hattâ hatırladığım her an dediklerimi burada demeyeceğim…
Sadece olmuş bir olayı aşağıya alayım, sizler gerisini anlarsınız zaten :
Gayr-i Müslim bir vatandaşımız inşaatta çalışıyormuş. İş arkadaşları onunla her gün alay
ederlermiş. O da, her defasında "Dedim, dedim" dermiş. Bununla ne demek istediğini soranlara,
sebebini söylemezmiş. Bu, uzun bir süre böyle devam etmiş.
Birgün dayanamamış ve sebebini söyleyivermiş:
"Ben, her sabah evden "Bu akşama kadar benimle dalga geçenlerin ana.... avr....." der, öyle
çıkarım."
Mehmet Şevket Eygi Hocam bir yazısında şöyle der :
***
« Birkaç uzun boylu hammal, dâvâ yükünü iplerle bir sırığa bağlamışlar, sırığomuzlamışlar, bin zahmetle, düşe kalka, yalpalaya yalpalaya menzil-i maksudunagötürmeye çalışıyorlar. Sırıklara elleriyle yapışmış, ayakları yerden kesilmiş bir sürücüce de ciyak ciyak "Yaşasın dâvâ!.. Yaşasın hizmetimiz ve çilemiz!.." diyebağırışıyorlar. »
***
Aşağıda, bir sürü « cüce »nin, yıldırım olup, aile fertlerimizin tepesine « azim ve
gayretle (!) » düşerek hayatımızı nasıl da cehenneme çevirdiğini göreceksiniz.

Bu kitabın, bazıları için « şikâyet olsun » diye yazılmadığının bilinmesini istiyorum.
Hem de altını kalın çizgilerle çizerek…
Bazıları, « Yaşanmış, geçmiş ; ne gerek vardı yazmaya !» diyebilirler.
Hattâ daha yazmadan dediler bile…
« Konuşmayacaklarını, hattâ yüzüme bile bakmayacakları »nı söylediler…
Onlar bunu söylerken, yüzlerine şöyle bir baktım, sonra da gözlerine…
Ne kadar sahtekâr, ne kadar düzenbaz olduklarının resmini yüzlerinden ve gözlerinden
okudum…
Hırsızlık dosyasını hasır altı edenlerle sarmaş-dolaş olup, onlara bir söz bile
söyleyemezlerken, bana söylediklerini, yaptıklarını iddiâ ettikleri « Cihad » ibâdetinin
neresine koyduklarını merak ediyorum doğrusu…
Bana « Niye söylüyorsun » dediler. Şimdi de « Neden yazdın ? » diyecekler.
Fakat, ayağa kalkıp erkekçe, çalana karşı « Neden çaldın kardeşim ? » diyemediler.
Sonra, dosyayı saklayanlara dönüp « Dosyayı neden sakladınız ? » diye soramadılar.
Hâlâ da demeye ve sormaya niyetleri yok…
Bana gelince erkeklik taslayanlar, onlara gelince gözleri yerde, elleri bellerinde, « huşû »
içinde verilecek emri bekliyorlar…
Uzun zamandan beri İslâm işte böyle yaşanıyor !
Sonra da soruyoruz :
« İslâm coğrafyasının her bir köşesinden neden dumanlar yükseliyor ? » diye…
***
Gelip, bana, « Sonra konuşmayız hâ !» diyerek tehditler savuranlar, şimdi şu başlık
konusunda ne düşünüyorlar acabâ :
« NİZAM-SELAMET-REFAH-FAZİLET-SAADET-KAYYUM »

« 40 Yıllık dava mahkemede bitti… » (Haber 7.com, 22.09.2010)
Bir bakıma bu kitabımın gecikmesi iyi oldu.
Ortada, « Kayyum » gibi bir garâbet var artık !
Demek, böyle de yapılabiliyormuş...
Benim anlamadığım şu :
***
Bu tür yollar (hak arama bahânesiyle mahkeme kapılarını aşındırmak vs), niye herkese helâl
de, bana haram ?
Bu hayat, benim ve aile fertleri olarak bizlerin…
***
Bazılarının, hırsızlık hakkı var da, benim, hayatımı yazma hakkım yok mu ?!
Hayâtımı, şikâyet için yazmıyorum. Ama, bazıları, bunları neresine koyarlarsa koysunlar…
Koyacakları yerin tespitini elbette kendileri belirleyeceklerdir. Orası beni ilgilendirmez…
***
Hayatımı yazarken olayların akışı içerisinde bazı isimleri zikretmeye mecbur
kalışımı anlayışla karşılayacağınızı ümid ediyorum. Fakat, bunu yaparken, içinde
yer aldıkları « hareket » için takoz olanların takozluklarının son bulmasına sebep
olacak olursam, kendimi bahtiyâr addederim…

Ben bunun uygulayıcısı olmayacağım…

Çünkü, bu saatten sonra ne bir özür, ne bir maddî servet ve ne de bir başka şey
beni düştüğüm durumdan kurtarmaya yetmez artık…

Beni ve âile efradımı, sırtımızdaki bir çok yükten kurtaracağı için hesaplaşmayı
öbür âleme erteledim…

***

Dosyayı hasıraltı edenler zamanla bizlere Osmanlı zamanında yaşamış bir nalbanttan bahisle
şunları anlatmışlardı :

« Bir çivi bir atı, bir at bir neferi, bir nefer de bir ordunun yenilmesine sebep
olabilir… »


Aşağıda, bir dosyanın, bir neferi ne hallere düşürdüğünü göreceksiniz !

Siz olsaydınız, bir dosya yüzünden hayatınız kararmışken, basamakları çifter çifter
çıkanlar, her adımında ayağını sizin haysiyet ve şerefinizin üstüne bastığını
gördüğünüzde ne düşünürdünüz ?


Ben, düşünemiyorum bile…

Çünkü, bütün duyu organlarım uyuştu artık !

***
Şahit olduğu yolsuzlukları ihbar ederek benim gibi akılsızlık yapıp( !) hayatının kararsebep olan
Mehmet Dağdelen'in ilginç mücadelesini kitabın sonunda okuyacaksınız...

Siz siz olun, « delilik » yapıp böyle bir şeye kalkışmayın !

Bu işin dinlisi-dinsizi yok ! Herkes aynı tepkiyi veriyor…

Bir bakıyorsunuz, yerdesiniz. Bütün alçaklar üstünüze çıkmış, seni çiğniyorlar…
Ben yaşadım…
Fakat, size tavsiye etmem…
Özeleştirilerim…
***

Avrupadan verdiğim ticârî ahlâk örneklerinden huylanan veyâ vücudunda kaşıntı oluşanlar (!)
olabilir… Eh, biz ne de olsa "Şanlı tarih"in temsilcileri ve o ecdâdın torunlarıyız ya!
Batılılar da, daha düne kadar tuvâletten haberi bile olmayanlar ya…
Batılılara tuvâleti öğretenleriz ya…
Peki, ya şimdi?
Şimdi, kim kimin tuvaletini temizliyor?
Onların ecdâdı ve bizim ecdâdımız öyle idi…
Peki, neden onların ecdâdı esas alınırken, şimdi biz kendimizi ortaya koyuyoruz? Onların
dedelerinin karşısına bizim de dedelerimiz konulmalı değil midir? Kimi ortaya koyuyorsanız, onun
karşısına da aynı zamanın insanlarını koyunuz bakalım, o zaman ortada dedelerimiz dışında şanlı
namlı bir nesil kalacak mı?
Avrupa'lı o zamanlar öyle idi. Bizim ecdâdımız da görevini en iyi şekilde yaptı ve her iki nesil de
göçüp gittiler.
Şimdi bizler, emâneti lâyıkıyla taşıyamadık ve bu hallere düştük.
Kendimizden bahsederken kıyaslamayı neden çaprazlamasına yapıyoruz?
"Biz" ve "Batılıların ecdâdı"!
Kıyaslama şöyle yapılmalı değil midir?
"Ecdâdımız" ve "Batı'lıların ecdâdı",
"Biz" ve "şimdiki Batı'lılar".

***
Teknolojiyi beceremiyoruz, bâri şu karşılaştırmayı doğru dürüst yapalım. Şu basit işi bile
beceremiyoruz… Ben anlamıyorum, bu halimizle, kendimizi nasıl oluyor da ecdâdımızla aynı
kefeye koyabiliyoruz. Bence, bu, ecdâdımıza yapılan en büyük hakârettir…
Ayrıca, bizim yaşadığımız şu günler torunlarımız için "tarih" olunca, torunlarımız yine "Şanlı
târihin ahfâdıyız!
" diyebilecekler mi?
O zaman biz "Tarih"in neresinde olacağız?!
Dünyânın yeraltı ve yerüstü zenginliği yönünden potansiyeli zirvede olan ülkemiz vatandaşı
olarak, başkalarının hizmetinde olabilmek uğruna rüşvetle pasaport çıkarıp, kaçak yollardan
dere-tepe, düşe-kalka bazı ülke sınırlarından sağ-salim giriş yapınca derin bir « oh » çeken
bizlerin söyleyebileceği ne olabilir ki !

***
Aşağıda Müslümanları ilgilendiren bazı olaylara yer verdim. Problemler hepimizi ilgilendirdiği
için, zikrederken kesinlikle ırk belirtmedim.
Burada her ırkttan Müslüman var…
Hiç bir kimseyi açıktan incitmek istemem.

***
Çok önemli bir not :

Aşağıda, ülkemizde cereyan eden bazı olumsuz olaylar okuyacaksınız. 2010 yılı itibariyle,
bazı olumlu gelişmelere şahit oluyoruz.
« At sahibine göre kişnermiş… »
Elhamdülillâh…
***
Bu kitap, birz da, bizi yere düşüren, transport filomuzu yavaşlatan, yüzümüzü yere eğdiren,
mahşerdeki hesabımızın daha da çetin geçmesine sebep olacak olan olaylara ağırlık vermiş
gibi oldu…
Lütfen, kitabı okurken, bu yönünü gözden ırak tutmayınız.
Düştüğümüzün farkında olalım. Ki, ayağa kalkabilelim… Düştüğümüzün farkında olmazsak,
kalkabilir miyiz ?
Kaybettiklerimizin farkında olalım. Ki, onu bulabilelim… Kaybettiklerimizin farkında olmazsak,
bir şey bulabilir miyiz ?!

Mithat Dindar
Lyon, 07.05.2010 - Cum







Sepetim


Alışveriş sepetiniz boş.